#life etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
#life etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

5 Mayıs 2025 Pazartesi

Zehir Tabağımızda: Pestisit Tehlikesi ve Organik Umut



Dünyanın dört bir yanında sofralar renkli meyvelerle, taptaze sebzelerle dolup taşıyor. Ancak ne yazık ki bu renklerin ardında görünmeyen bir tehlike yatıyor: pestisit kalıntıları. Son yıllarda artan analizler ve sağlık verileri gösteriyor ki, zirai ilaçların yoğun kullanımı sadece doğayı değil, doğrudan insan sağlığını da tehdit ediyor. Hatta bazı ülkelerde bu kimyasallardan zehirlenerek hastanelere başvuranların sayısı ciddi şekilde arttı. Üstelik bu durum sadece tarımla ilgilenenleri değil, şehirde market raflarından alışveriş yapan herkesi etkiliyor.


Peki, bu tablo karşısında ne yapabiliriz? Çaresiz miyiz? Elbette hayır. Çünkü her kriz, içinde bir uyanış çağrısı taşır.





Pestisit Nedir ve Neden Bu Kadar Tehlikeli?



Pestisitler, tarım ürünlerini zararlılardan korumak amacıyla kullanılan kimyasallardır. Fakat bu koruma bedelini hem toprak hem su hem de insan sağlığı ödüyor. Yüksek miktarda pestisit, bağışıklık sistemini zayıflatıyor, hormonal dengesizliklere yol açıyor ve uzun vadede kansere kadar giden ciddi hastalıklara zemin hazırlayabiliyor.


En kötüsü ise, pestisit kalıntılarının bazı ürünlerin kabuğuna değil, doğrudan dokusuna işlemiş olması. Yani ne kadar yıkarsanız yıkayın, artık onun bir parçası haline gelmiş oluyor.





Kendi Çapımızda Ne Yapabiliriz?



Dünyayı tek başımıza değiştiremeyiz belki, ama tabağımızdan başlayabiliriz. İşte evimizde, balkonumuzda veya küçük bir bahçemizde bile yapabileceğimiz birkaç adım:



1. 

Kendi Organik Ürünlerinizi Yetiştirin



Toprakla tanışmanın vakti geldi.


  • Domates, biber, salatalık gibi sebzeler; saksıda bile yetiştirilebilecek kadar pratik.
  • Nane, maydanoz, fesleğen, kekik gibi yeşillikler, mutfağınıza hem sağlık hem lezzet katar.
  • Balkonunuzda bir limon ağacı yetiştirmek bile mümkün. Birkaç yıl sabırla, ama büyük bir keyifle…



Organik tarım; yalnızca kimyasal kullanmamak değil, aynı zamanda doğayla uyum içinde, toprağa şefkatle dokunmak demektir.



2. 

Yerel Üreticiyi Destekleyin



Güvendiğiniz, küçük ölçekli, yerel üreticilerden alışveriş yapmak büyük fark yaratır. Onlar genellikle geleneksel yöntemlerle, daha az kimyasal kullanarak üretim yaparlar. Böylece hem sağlığınızı korur, hem de yerel ekonomiyi ayakta tutarsınız.



3. 

Mevsiminde Tüketin



Serada zorla büyütülen, doğanın dengesine aykırı zamanlarda üretilen ürünler hem besin değerini kaybeder hem de daha çok kimyasal içerir. Bu yüzden doğaya kulak verin, ne zaman ne yenir bilin.



4. 

Kompost Yapın, Toprağı Canlandırın



Evdeki sebze-meyve artıklarından kompost yapmak hem çöpünüzü azaltır hem de toprağınıza can verir. Organik madde yönünden zengin toprak, daha dirençli bitkiler demektir; yani daha az hastalık, daha az pestisit ihtiyacı.





Tüm Dünya İçin Küçük Adımlar, Büyük Umutlar



Bugün attığınız küçük bir tohum, yarın bir dönüşümün başlangıcı olabilir. Kendi ürettiğiniz bir domates, belki sadece bir öğününüzü değil, bakış açınızı değiştirir. Ve bu değişim yayılır. Çocuğunuza, komşunuza, sosyal medyada okuyan bir başkasına…


Organik yaşamak bir lüks değil, bir direniş.

Zehirli gıdalara, endüstriyel dayatmalara ve doğayı yok sayan üretim modeline karşı bir duruş.

Ve bu duruşun kahramanı olmak için çiftçi olmanıza gerek yok.

Bir saksı, bir avuç toprak, biraz güneş, bolca sevgi yeter.


8 Nisan 2025 Salı

Ezber Değil, Anlamaya Dayalı Çalışmak Mümkün mü?

 




— Bilgiyi hayatla buluşturmanın yolları


“Ezberliyorum ama çabucak unutuyorum.”

Bu cümleyi kaç kere kurduk, kim bilir?

Bir sayfayı on kez okursun, sınav günü geldiğinde sanki ilk kez görüyormuş gibi hissedersin.

Peki neden böyle oluyor?


Çünkü bilgiyle tanışıyoruz ama dost olmuyoruz.



Ezber: Bilgiyi Tanımak, Anlama: Bilgiyi Hayata Katmak



Ezberlemek, bir bilgiyi geçici süreliğine hafızaya almak demek. Tıpkı geçici bir misafir gibi: Kapıyı çalar, içeri girer, biraz takılır ve sonra sessizce gider.


Ama bir bilgiyi anlarsan, o artık misafir değil; hayatının bir parçası olur.

Çünkü anlamak, sadece kelimeleri değil, bağlantıyı fark etmektir.

Örneğin, “enflasyon nedir” sorusunun cevabı sadece bir tanım değildir.

Mahalledeki pazar fiyatlarını gözlemlediğinde, o tanım canlı hale gelir.



Bilgiyi Ezberlememek İçin 3 Temel Soru



Her yeni bilgiyle karşılaştığında şu üç soruyu sormayı dene:


  1. Bu bilgi bana ne anlatıyor?
    Tanımı değil, anlamı sorgula.
  2. Nerede karşıma çıkabilir?
    Gerçek hayatta ya da bir başka derste bu bilgiyle nerede yolun kesişebilir?
  3. Bunu biri bana sorsa, nasıl anlatırım?
    Anlatamadığın bilgi, gerçekten öğrenilmiş değildir.



İşte bu üç adım, ezberin duvarlarını yıkıp anlamanın kapılarını açar.



Kendi Yöntemini Keşfet



Herkesin öğrenme şekli farklıdır.

Bazıları yazarak öğrenir, bazıları dinleyerek.

Ama her yolun ortak bir noktası vardır: İç bağlantı kurmak.


Ben mesela YDS kelimelerini ezberleyemediğimde, her kelimeye küçük bir hikâye yazıyorum.

“Revoke” kelimesi (geri almak, iptal etmek) için zihnimde şu sahne var:


Bir kral, bir kararnameyi yırtıp atıyor. Gözünde öfke, dudaklarında tek bir kelime: “I revoke this!”

İşte o sahneyle o kelime artık benden biri oluyor.



Anlamak Zaman İster, Ama Kalıcıdır



Ezber hızlıdır ama geçicidir.

Anlamak ise zaman alır ama kalıcıdır.


Ezber, “yetişmek” içindir.

Anlamak, “yetişmekten öteye geçmek” içindir.


Eğer sadece sınavı geçmek için çalışıyorsan ezber yeterli olabilir.

Ama hayatı anlamak için çalışıyorsan, o zaman bilgiyle kurduğun ilişki de değişmeli.



Son Söz: Bilgiyi Sev



Bilgiyle inatlaşma, onunla dost ol.

Zor gelen bir konunun seni korkutmasına izin verme.

Her bilginin bir hikâyesi, her kavramın bir hayatla bağlantısı var.

Sen sadece onu görmeyi seç.


Ve her öğrenme yolculuğunda kendine bir kez daha sor:


“Ben bunu neden öğreniyorum?”


Çünkü anlamayan unutur.

Ama anlayan, kendine katar.

Zihinsel Olarak Sadeleşmek





— Fazlalıkları bırakmanın iç ferahlatan hikâyesi


Bazen içimde tanımlayamadığım bir yorgunluk oluyor. Ne bedenim yorgun, ne uykusuzum, ama yine de bir ağırlık var üzerimde.

Sanki zihnim kendi içinde trafik sıkışıklığı yaşıyor.

Her düşünce bir korna çalıyor, her plan yeşil ışıkta geçmek istiyor, her “yetişmen lazım” sesi acele ettiriyor.

Ve işte o an fark ediyorum:

Zihnim çok kalabalık.



Görünmeyen Dağınıklık: Zihinsel Karmaşa



Evi toplarken rahatladığını hisseden çok kişi vardır. Ama ya ev topluysa, dağınık olan içimizse?

Zihinsel olarak sadeleşmek, görünmeyen bir odayı düzenlemek gibi. Her şey yerli yerinde gibi görünür ama içerde, yani beynin içinde, binlerce ses konuşuyordur.

Biri geçmişi hatırlatır.

Biri gelecekten korkutur.

Biri yapılacaklar listesiyle üzerine yürür.


Oysa biz bu dünyaya her şeyi aynı anda düşünmek için gelmedik.



Sadeleşmek: Boş Vermek Değil, Seçmek Demek



Zihinsel sadeleşmek demek, “Artık hiçbir şeyi umursamıyorum” demek değil.

Tam tersine, “Artık neyi umursayacağımı ben seçiyorum” demektir.


Bugün sabah kahvemi içerken, elim telefona gitmeden sadece gökyüzüne baktım.

Kulağa çok küçük bir şey gibi geliyor, biliyorum. Ama belki de asıl büyük olanlar, küçüldükçe fark ettiğimiz şeylerdir.


Günde kaç bildirim alıyoruz?

Kaç kez Instagram’a girip çıkıyoruz?

Kaç plan, kaç mesaj, kaç “bunu da unutmamalıyım” diye not düşüyoruz zihnimize?


Bazen durup düşünmek gerek:

Ben bu kadar bilgiyle, düşünceyle, kaygıyla nereye varıyorum?



Zihinsel Sadeleşmenin Küçük Adımları



Sadeleşmek bir gecede olmaz. Ama her gün küçük bir şey bırakarak başlanabilir.


  • Gereksiz düşünceleri yaz:
    Akşam olunca içini kemiren düşünceleri bir deftere dök. Kimi kalır, kimi gider. Ama hepsi sesini keser.
  • Her güne tek niyetle başla:
    Bugün sadece “huzur” için yaşıyorum diyebilmek, seni onlarca görevden korur.
  • Sessiz kalmayı öğren:
    Telefon sessize, zihin huzura geçer.
  • Az kelime, derin anlam:
    Daha az konuş. Daha çok dinle. Daha az “ne olacak” de, daha çok “olursa ne güzel” de.




Sade Bir Zihin, Derin Bir Nefes Gibi



Zihinsel sadeleşmek aslında çok lüks bir şey değil.

Çünkü ihtiyacımız olan şey daha fazla bilgi, daha çok plan, daha büyük hedefler değil.

İhtiyacımız olan şey:

Bir nefeslik sessizlik.

Bir kelimelik huzur.

Ve kendimize açılmış bir pencere.


Bugün kendine şunu sormaya ne dersin?Ve sen, sonunda kendi sesini duyarsın.

“Ben gerçekten neyi düşünmek istiyorum, ve neleri artık sessizce bırakabilirim?”

Belki o zaman, içindeki trafik biraz durur.

Ve sen, sonunda kendi sesini duyarsın.