#yaşam etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
#yaşam etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

18 Mayıs 2025 Pazar

Bir Ağaç Dikmekle Başlar Her Şey: Sadakanın Sessiz Şahidi



Bazen bir ağaç dikersiniz… Küçücük bir fidan. Toprağa iliştirirken avuçlarınızla, rüzgâr yapraklarını okşar, toprak ana onu bağrına basar, güneş üstüne titrer. Belki o an farkında bile değilsinizdir; siz sadece bir ağaç dikmişsinizdir. Oysa gökte bir melek kalemini oynatır ve kaydeder: “Bu da sadakadır.”


Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) buyuruyor ki:

“Bir Müslüman bir ağaç diker ya da bir ekin eker de ondan bir kuş, insan veya hayvan yerse bu onun için bir sadaka olur.” (Buhârî, Müzâraa 1)


Bu ne büyük bir müjde! Yani sadece insanlara değil, kuşlara, karıncalara, rüzgârla savrulup toprağa karışan bir yaprak parçasına bile hayır yazılıyor. Sadece niyetle değil, eylemle gelen bir rahmet bu. Sessiz bir iyilik. Gölgesinde dinlenen, meyvesinden nasiplenen, dalında yuva kuran her canlıya verilen bir selam. Ve o selam her seferinde sadaka hanene yazılıyor.


Ne zaman ki bir fidan dikersin, aslında bir iyilik halkası başlatmış olursun. Sen göçüp gitsen bile o halka genişlemeye devam eder. Her meyve, her kuş cıvıltısı, her yaprak hışırtısı bir duadır belki. Öyle ki ağacın kuruyuncaya kadar değil, ondan sonra bile belki toprağı beslemesi, odun oluşu, kül olup başka bir döngüye karışmasıyla sadakan devam eder. Çünkü Allah’ın hesabı bizimki gibi değil. O, niyetleri bilir, iyiliği çoğaltır, ihlası büyütür.


Bugünün dünyasında ise böyle bir sadaka anlayışı ne kadar da az hatırlanıyor. Kalabalık şehirlerde betonlar yükselirken, bir ağacın gölgesine hasret kalan çocuklar büyüyor. Ne zaman bir fidan dikilse, aslında sadece doğaya değil, insanlığa da bir armağan sunuluyor. O yüzden bu hadisi sadece “bahçesi olanlar için” sınırlamak büyük bir eksiklik olur.


Bir saksıya tohum eken de, bir parkta kurumaya yüz tutmuş bir ağacı sulayan da, bir çiçeğin yaprağını koparmak yerine ona saygı gösteren de bu halkaya dahildir. Bir çocuğa toprak sevgisi aşılamak, kuşlar için pencere kenarına buğday bırakmak da bu anlayışın uzantısıdır. Çünkü sadaka, sadece cebimizden çıkan değil; elimizden, gönlümüzden ve davranışlarımızdan süzülen iyiliktir.




Bugün bir ağaç diksen, belki gölgesinde sen oturamayacaksın. Ama senden sonra bir çocuk, elinde kitabıyla onun altında dinlenebilir. Bir yaşlı kadın yürüyüşe çıktığında onun gölgesinde soluklanabilir. Belki de kimse bilmeyecek o ağacı kimin diktiğini. Ama Allah bilecek. Sessiz sadakaların Rabbi…


Ve düşün ki kıyamet kopuyor bile olsa, elindeki fidanı dik, diyor Efendimiz. Yani umut, son nefese kadar bir sorumluluktur. Çünkü bir ağaç dikmek sadece toprağa değil, ahirete de bir tohum atmaktır. Umutla, iyilikle, sadaka niyetiyle…


Öyleyse sor kendine: Bugün hangi ağacı diktin? Hangisi senden sonra da hayra vesile olacak? Belki bir çocukla kurduğun güzel bir iletişim. Belki bir hayvana su vermek. Belki gerçekten bir fidan…


Sadaka taşları sessizdi bir zamanlar. Şimdi sessiz sadakalar ağacın yapraklarında, gövdesinde ve gölgesinde…


Dik bir fidan. Belki de cennet orada başlıyordur.

5 Mayıs 2025 Pazartesi

Zehir Tabağımızda: Pestisit Tehlikesi ve Organik Umut



Dünyanın dört bir yanında sofralar renkli meyvelerle, taptaze sebzelerle dolup taşıyor. Ancak ne yazık ki bu renklerin ardında görünmeyen bir tehlike yatıyor: pestisit kalıntıları. Son yıllarda artan analizler ve sağlık verileri gösteriyor ki, zirai ilaçların yoğun kullanımı sadece doğayı değil, doğrudan insan sağlığını da tehdit ediyor. Hatta bazı ülkelerde bu kimyasallardan zehirlenerek hastanelere başvuranların sayısı ciddi şekilde arttı. Üstelik bu durum sadece tarımla ilgilenenleri değil, şehirde market raflarından alışveriş yapan herkesi etkiliyor.


Peki, bu tablo karşısında ne yapabiliriz? Çaresiz miyiz? Elbette hayır. Çünkü her kriz, içinde bir uyanış çağrısı taşır.





Pestisit Nedir ve Neden Bu Kadar Tehlikeli?



Pestisitler, tarım ürünlerini zararlılardan korumak amacıyla kullanılan kimyasallardır. Fakat bu koruma bedelini hem toprak hem su hem de insan sağlığı ödüyor. Yüksek miktarda pestisit, bağışıklık sistemini zayıflatıyor, hormonal dengesizliklere yol açıyor ve uzun vadede kansere kadar giden ciddi hastalıklara zemin hazırlayabiliyor.


En kötüsü ise, pestisit kalıntılarının bazı ürünlerin kabuğuna değil, doğrudan dokusuna işlemiş olması. Yani ne kadar yıkarsanız yıkayın, artık onun bir parçası haline gelmiş oluyor.





Kendi Çapımızda Ne Yapabiliriz?



Dünyayı tek başımıza değiştiremeyiz belki, ama tabağımızdan başlayabiliriz. İşte evimizde, balkonumuzda veya küçük bir bahçemizde bile yapabileceğimiz birkaç adım:



1. 

Kendi Organik Ürünlerinizi Yetiştirin



Toprakla tanışmanın vakti geldi.


  • Domates, biber, salatalık gibi sebzeler; saksıda bile yetiştirilebilecek kadar pratik.
  • Nane, maydanoz, fesleğen, kekik gibi yeşillikler, mutfağınıza hem sağlık hem lezzet katar.
  • Balkonunuzda bir limon ağacı yetiştirmek bile mümkün. Birkaç yıl sabırla, ama büyük bir keyifle…



Organik tarım; yalnızca kimyasal kullanmamak değil, aynı zamanda doğayla uyum içinde, toprağa şefkatle dokunmak demektir.



2. 

Yerel Üreticiyi Destekleyin



Güvendiğiniz, küçük ölçekli, yerel üreticilerden alışveriş yapmak büyük fark yaratır. Onlar genellikle geleneksel yöntemlerle, daha az kimyasal kullanarak üretim yaparlar. Böylece hem sağlığınızı korur, hem de yerel ekonomiyi ayakta tutarsınız.



3. 

Mevsiminde Tüketin



Serada zorla büyütülen, doğanın dengesine aykırı zamanlarda üretilen ürünler hem besin değerini kaybeder hem de daha çok kimyasal içerir. Bu yüzden doğaya kulak verin, ne zaman ne yenir bilin.



4. 

Kompost Yapın, Toprağı Canlandırın



Evdeki sebze-meyve artıklarından kompost yapmak hem çöpünüzü azaltır hem de toprağınıza can verir. Organik madde yönünden zengin toprak, daha dirençli bitkiler demektir; yani daha az hastalık, daha az pestisit ihtiyacı.





Tüm Dünya İçin Küçük Adımlar, Büyük Umutlar



Bugün attığınız küçük bir tohum, yarın bir dönüşümün başlangıcı olabilir. Kendi ürettiğiniz bir domates, belki sadece bir öğününüzü değil, bakış açınızı değiştirir. Ve bu değişim yayılır. Çocuğunuza, komşunuza, sosyal medyada okuyan bir başkasına…


Organik yaşamak bir lüks değil, bir direniş.

Zehirli gıdalara, endüstriyel dayatmalara ve doğayı yok sayan üretim modeline karşı bir duruş.

Ve bu duruşun kahramanı olmak için çiftçi olmanıza gerek yok.

Bir saksı, bir avuç toprak, biraz güneş, bolca sevgi yeter.


24 Nisan 2025 Perşembe

“Dijital Yalnızlık: Sosyal Medyada Bağlıyız Ama Gerçekten Bağlantıda mıyız?”

 


Birbirine bağlı milyonlarca insan. Her an online, her an paylaşımda. Ama aynı zamanda, tarih boyunca hiç olmadığımız kadar yalnızız. Peki bu nasıl mümkün oldu?


Yeni dünya düzeninde yalnızlık, artık sadece bir sosyal durum değil; dijital bir gerçeklik. Dünya Sağlık Örgütü, 2024 sonunda yalnızlığı küresel bir salgın olarak ilan etti. Hatta bazı ülkelerde “Yalnızlık Bakanlıkları” kuruldu. Bu veri bile bize şunu söylüyor: Sosyal medyada görünür olmak, gerçekten “görülüyor” olmakla aynı şey değil.


Instagram’da filtreli hayatlar, Twitter’da sert fikir çatışmaları, TikTok’ta anlık kahkahalar… Ama gece olduğunda birçok kişi ekranını kapatıp derin bir sessizliğe gömülüyor. O sessizlik, ruhun “ben buradayım” diye fısıldadığı bir alan hâline geliyor.

Dijitalde var olma çabamız, fiziksel dünyada kayboluşumuza mı dönüşüyor?


Yalnızlığın artık utanç verici bir durum olmadığı, aksine evrensel bir ihtiyaç çığlığı olduğu bir çağdayız. Biriyle konuşmadan günler geçiren, “görüldü” alıp cevap alamayan, topluluk içinde bile dışarıda hisseden milyonlar var.


Ama umut da var.


Yeni şehirlerde kurulan dostluklar, ortak ilgi alanlarında bir araya gelen insanlar, terapiye giden ve iç dünyasına yönelen bireyler… Bunlar gösteriyor ki, insan kalabalıklar içinde kaybolsa da kendi içindeki sesi tekrar bulabilir.

Ve belki de artık en büyük “bağlantı”, kendimizle kuracağımız dürüst ve derin bir bağdır.




Okuyana Soru:

Senin bağlantı ihtiyacın dijitalde mi, gerçek bir göz temasında mı saklı?


8 Nisan 2025 Salı

Ezber Değil, Anlamaya Dayalı Çalışmak Mümkün mü?

 




— Bilgiyi hayatla buluşturmanın yolları


“Ezberliyorum ama çabucak unutuyorum.”

Bu cümleyi kaç kere kurduk, kim bilir?

Bir sayfayı on kez okursun, sınav günü geldiğinde sanki ilk kez görüyormuş gibi hissedersin.

Peki neden böyle oluyor?


Çünkü bilgiyle tanışıyoruz ama dost olmuyoruz.



Ezber: Bilgiyi Tanımak, Anlama: Bilgiyi Hayata Katmak



Ezberlemek, bir bilgiyi geçici süreliğine hafızaya almak demek. Tıpkı geçici bir misafir gibi: Kapıyı çalar, içeri girer, biraz takılır ve sonra sessizce gider.


Ama bir bilgiyi anlarsan, o artık misafir değil; hayatının bir parçası olur.

Çünkü anlamak, sadece kelimeleri değil, bağlantıyı fark etmektir.

Örneğin, “enflasyon nedir” sorusunun cevabı sadece bir tanım değildir.

Mahalledeki pazar fiyatlarını gözlemlediğinde, o tanım canlı hale gelir.



Bilgiyi Ezberlememek İçin 3 Temel Soru



Her yeni bilgiyle karşılaştığında şu üç soruyu sormayı dene:


  1. Bu bilgi bana ne anlatıyor?
    Tanımı değil, anlamı sorgula.
  2. Nerede karşıma çıkabilir?
    Gerçek hayatta ya da bir başka derste bu bilgiyle nerede yolun kesişebilir?
  3. Bunu biri bana sorsa, nasıl anlatırım?
    Anlatamadığın bilgi, gerçekten öğrenilmiş değildir.



İşte bu üç adım, ezberin duvarlarını yıkıp anlamanın kapılarını açar.



Kendi Yöntemini Keşfet



Herkesin öğrenme şekli farklıdır.

Bazıları yazarak öğrenir, bazıları dinleyerek.

Ama her yolun ortak bir noktası vardır: İç bağlantı kurmak.


Ben mesela YDS kelimelerini ezberleyemediğimde, her kelimeye küçük bir hikâye yazıyorum.

“Revoke” kelimesi (geri almak, iptal etmek) için zihnimde şu sahne var:


Bir kral, bir kararnameyi yırtıp atıyor. Gözünde öfke, dudaklarında tek bir kelime: “I revoke this!”

İşte o sahneyle o kelime artık benden biri oluyor.



Anlamak Zaman İster, Ama Kalıcıdır



Ezber hızlıdır ama geçicidir.

Anlamak ise zaman alır ama kalıcıdır.


Ezber, “yetişmek” içindir.

Anlamak, “yetişmekten öteye geçmek” içindir.


Eğer sadece sınavı geçmek için çalışıyorsan ezber yeterli olabilir.

Ama hayatı anlamak için çalışıyorsan, o zaman bilgiyle kurduğun ilişki de değişmeli.



Son Söz: Bilgiyi Sev



Bilgiyle inatlaşma, onunla dost ol.

Zor gelen bir konunun seni korkutmasına izin verme.

Her bilginin bir hikâyesi, her kavramın bir hayatla bağlantısı var.

Sen sadece onu görmeyi seç.


Ve her öğrenme yolculuğunda kendine bir kez daha sor:


“Ben bunu neden öğreniyorum?”


Çünkü anlamayan unutur.

Ama anlayan, kendine katar.